Yeniden Büyük Türkiye’de Kampüsten Külliyeye

Ahmet Özer: Yeniden Büyük Türkiye’de Kampüsten Külliyeye

Eğitim-Bir-Sen Genel Başkan Vekili Ahmet Özer, Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanlık Yolunda "Yeniden Büyük Türkiye" söylemini dile getirdi.

Her biri kendi alanında özel çalışma ürünü olan;

"Yeniden Büyük Türkiye'de Eğitim",

"Yeniden Büyük Türkiye'de Öğretmen",

"Yeniden Büyük Türkiye'de Veli"

"Yeniden Büyük Türkiye’de Sendikacılık" yazılarını kaleme aldı.

Bugün kaleme aldığı yazıda "Yeniden Büyük Türkiye'de Kampüsten Külliyeye" başlığı ile, Yeni Türkiye'de yüksek öğrenime yeni bir bakış açısı getiriyor.

İşte o yazı:

Yeniden Büyük Türkiye’de Kampüsten Külliyeye

Bilindiği gibi son zamanlarda kamuoyunda temeli yıllar öncesine dayanan bir takım önemli tartışmalar yapılmaktadır. Bunların başında “külliye” gelmektedir. Bundan önce Osmanlıcanın orta dereceli okullarda zorunlu ders olarak okutulup okutulmaması tartışmaları vardı ve bu tartışmaların üzerine “külliye” de eklenmiş oldu.

Özgür ortamlarda bu tür tartışmaların yapılmasının hem şahıs olarak hem de bir eğitimci olarak sağlıklı olduğunu düşünüyorum. 2000’li yıllara kadar yasakların, idamların ve zulümlerin altında bu tür tartışmalar asla yapılamazdı, yapılsa bile ya idam edilirsiniz ya da yıllarca hapiste çürütürlerdi. Hamdolsun şimdi karşı fikirde olan insanlar özgürce bunları tartışabiliyor.

Kısaca “külliye” tartışmasının nasıl çıktığına bakıp sonrasında tartışmayı değerlendirmeye çalışacağım.

7 Ocak 2015 tarihinde doğrudan halkımız tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nin hizmet binalarının açılışı ve kendisine fahri doktora unvanı verilmesi dolayısıyla yapmış olduğu konuşmasında Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ile "kampüs" kelimesiyle ilgili bir müzakerede bulunduklarını aktardı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "Acaba bu isim böyle mi olsa, yoksa bu ismi mahalle mi koysak... Sonra benim aklıma tarihimize gitmek, dönmek geldi. Herhalde buna 'külliye' daha güzel olur dedim. Bu yeni dönemde bir ilk olur, dolayısıyla Esenboğa Kampüsü yerine Esenboğa Külliyesi Temel Atma Töreni çok daha isabetli olur diye düşünüyorum" sözlerinden sonra kamuoyunda yoğun bir şekilde kampüs, külliye ve yerleşke gibi adlandırmalar üzerinden tartışmalar başladı.

Aslında bu tartışmanın dil açısından bakıldığında çok uzun bir geçmişi vardır. Osmanlının son dönemlerinden başlayıp, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde doruk noktasına ulaşan ve günümüzde de devam eden bir tartışma.

Sorun adlandırma değil, dil sorunu, hatta kültür ve bir medeniyet sorunu olarak da görüldüğü için her gündeme geldiğinde özellikle aydınlar arasında bir anda alevlenen bir gündem olarak kamuoyunda yerini aldı.

Fakat bu defa bir farkla: Bugüne kadar genelde İngilizce, Fransızca ve Latinceden geçen yabancı kelimeler meşru görülür, hatta Türkçe kelimelerden üstün tutulurdu. Buna karşın Arapça, Farsça hatta Osmanlıca “gayrimeşru” yasak dil kategorisinde değerlendirilirdi. Sayın Erdoğan’ın bu konuşmasıyla bu anlayışta ciddi bir kırılma yaşandı ve daha önce kullanılan Osmanlıca, Arapça ve Farsça kelimelerin kullanımının en az Batı dillerini kullanmak kadar meşru olduğunu bir anlamda dile getirmiş oldu. Hatta bu kelimeler bizim köklerimizin, çevremizin, kültür ve medeniyetimizin bir parçasıdır, yani evimizin dilidir.

“Önyargıları kırmak atom çekirdeğini parçalamaktan zordur” denir. Ama bu önyargıları kırmaktan başka çaremiz de yoktur. Çünkü kültür yolculuğumuz daha çok sürecek. “Külliye”ye yönelik yapılan eleştirilerin daha çok ideolojik olduğu görülmektedir. Bunların bir kısmı ““kampüs” kelimesine ne olmuş, yıllardır kullanıyoruz, hem de Batı kökenli bir kelime modern”” derken; bir kısmı da “külliye” Türkçe bir kelime değil bu nedenle bugüne kadar kullandığımız ve alışık olduğumuz “kampüs” ya da yerleşke demeye devam edelim” denilmektedir. Yerleşke kampüsün yerini tutmadı ve o kadar da kapsamlı değil. Ayrıca yeni kurulan mahallemsi yerlere de yerleşke denilmektedir. Sözcük Türkçe ama kifayetsizdir.

Peki “külliye”nin anlamı nedir? Diyanet Vakfının yayımladığı İslam Ansiklopedisine bakıldığında ‘kısa manası olarak’ değişik fonksiyonlardaki birkaç yapının bir arada yer alması ile oluşan binalar topluluğu.” olarak tarif edilirken; daha geniş tarif olarak ise; “Cami, medrese, türbe, mektep, tabhane. imaret (yemekhane, mutfak, kiler, fırın), darüşşifa, han, çarşı, dükkanlar, hamam, sebil, çeşme, muvakkithane, evler, odalar, ahır vb. yapıların çoğunu veya bir kısmını bünyesine alan külliyelerle şehirler gelişmiş, menziller üzerinde inşa edilenlerin etrafında yeni yerleşimlerin oluşması sağ­lanmıştır.” Şeklinde tanımlanmaktadır.

Aslında daha önce kurulan İslam ülkelerinde, krallıklarda “külliye”yi hatırlatıcı başka bir mekan kullanımı ve adlandırması var: “Ribat”. Aslında ribatlar daha çok sınır boylarında cihad eden Müslüman askerlerin barınması için kurulan ve kullanılan askeri siteler ya da komplekslerdir. Savaş zamanlarında askeri eğitim ön plandayken, savaş dışında askerlerin dini ve ahlaki eğitimin yapıldığı yerler olmuştur. Tekke ve zaviye gibi fonksiyonlar da görmüştür. Fakat daha sonraki yıllarda, düşman tehlikesi azaldıkça, bu yerler sivil topluma hizmet eden yerleşim birimlerine dönüşmüştür. Kısaca sonraki zamanlarda “ribat”lar nitelik değiştirmiştir. “Ribâtların nitelik değiştirmesiyle Hicaz, Irak, Mısır, Suriye ve Filistin’de ribât kelimesi “dervişlere mahsus zâviye, hankah, yolcuları, kimsesizleri, hacıları barındıran misafirhane” anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

İbnBattûta ve Fâsî’nin bahsettiği Mekke ribâtları fakirlere tahsis edilmiş birer misafirhane durumundaydı. İbnBattûta’nın Mısır ve Suriyeliler’in kaldığı Sidre Ribâtı’nda yetimlerin okutulduğunu söylemesi dikkat çekicidir”.

Demek ki belli tarihsel dönemde çıkan bazı adlandırmalar, zamana göre nitelik değiştirebilmektedir. Ribat ve külliye deyimlerinde olduğu gibi.

Külliye ile kampüs arasındaki bugüne kadar ki deneyimlerden hareketle en önemli fark olarak, “kamp” kelime kökeninden hareketle kampüsün şehir dışında olması, külliyenin ise tam tersine merkezde ya da mahalle içinde olmasıdır gibi iddialar söz konusudur. Bunun dışında, içinde farklı ihtiyaç alanlarını ve sektörlerini bir arada tutan ve topluma hizmet veren ortak bir mekân olarak her iki adlandırma benzerlik göstermektedir.

Eğer her ikisi de öz olarak Türkçe değilse hangisini kullanacağız?

Tabiki yer aldığımız ve sahip olduğumuz tarihi, kültürel ve medeniyet havzamızda yerimizi almak durumundayız. Fakat üçüncü bir adlandırmaya da açığız eğer daha iyisi bulunabilirse.

Bazıları “külliye”ye içinde cami olduğu hatta merkezinde ibadethane olduğu için karşı çıkıyor. Amerikan Üniversitelerine bakıldığında kampüs içinde orada da kiliseler var. Burada garip bir şey yok ki. Biz şehir içinde ya da dışında kurulan üniversite alanlarına “eğitim külliyeleri” deriz. Ve bu külliyelerin merkezinde eğitim binaları, cami, kütüphane, şifahane, (tıp fakültesi ve hastanesi) dinlenme, eğlenme ve alışveriş mekânları gibi sosyal mekânlar yer alabilir ve alıyor da zaten.

Bu ülkede yıllardır dil devrimiyle birlikte Arapça ve Farsça gibi “yabancı dillerden”(!) Türkçemizi ayıklıyoruz şeklinde propaganda yapıldı. Dil bir bilinç işidir. Bilincin kaynağı ise daha çok inanmaktan geçer. Osmanlıca yabancısı olmadığımız bizim medeniyetimizin ve bilincimizin dilidir. Külliye de ondan neşet etmiştir.

Denilirse ki “külliye” deyimi belli bir tarihi kesitteki mekân adlandırmasını ifade etmektedir, onun yerine bize daha ait bir adlandırma varsa buyurun diyoruz. Ama bu “yerleşke” gibi uydurulmuş ve de tutulmamış her tür anlamlandırmaya açık kelimelerle olmamalıdır.

Külliye gibi bir başka önemli husus ise rektör, dekan adlandırmalarını da gözden geçirmektir. Bunlar da batı kültürünün bir parçası olarak gündelik hayatımıza girmiş durumdadır.

Hadi kültür ve medeniyet kaygısı olmayan ya da sadece Batı medeniyetini benimseyenlerin bunlara itiraz etmemesini anlıyoruz; ya “külliye”ye karşı çıkan “yerleşke” daha Türkçe diyen kesimin “rektör” ve “dekan” kelimelerinin kullanımına karşı çıkmamaları ne anlama gelmektedir. Bu bir dil sorunu mudur? Konjonktür sorunu mudur? “Yeter ki muhalif ol, tutarsız olsan da olur.” sorunu mudur? Ya da hepsiyle birlikte bir KİMLİK sorunu mudur?

Bize göre artık kampüsün kullanım süresi bitmiştir. Derslikleri, kütüphane ve spor salonları, sosyal tesisleri ve camisiyle tüm öğrencilerimize hizmet eden “külliye”ye evet diyoruz. L. Wittgenstein’in “Dil, insanın evidir” sözünden hareketle Batılı kavramlardan kurtuldukça, kendi evimize dönmeye başladığımız hissediyor ve huzur duyuyoruz.

Ahmet ÖZER

Eğitim Bir Sen Genel Başkan Vekili

16 Şub 2015 - 20:28 - Eğitim


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Memur Postası Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Memur Postası hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Memur Postası editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Memur Postası değil haberi geçen ajanstır.