MEVLİDİ BEKLERKEN

MEVLİD’İ BEKLERKEN…

Yıldönümleri, bayramlar, kandiller, anmalar; kişilerin, olayların ve olguların kısa süreli hatırlanmalarıyla sınırlı değildir, olmamalıdır da. Kişiye/olaya yüklenen anlamın yeniden değerlendirilmesine, sağladığı faydanın kalıcı hale gelmesine katkı sağlamalıdır. Ancak son zamanlarda bizim için dînî ve millî olarak değer ifade eden kişilerin, olayların, olguların popüler kültür terazisinde tartılarak anlamsızlaştırılmaya çalışıldığına, sıradanlaştırıldığına şahit oluyoruz.

İnsanlığın temel değerlerini dikkate aldığımızda da, Kur’an’ın ifadesiyle “insanlık ziyandadır” ayetinin tecelli ettiği günler yaşadığımızı hissediyoruz. Manevi/dînî değerlerimizin temelini oluşturan, insanlar için “en güzel örnek” olarak sunulan ve Cenab-ı Hakk’ın bizi ümmeti olmakla şereflendirdiği Rasulullah (sav)’in; ömrünü vakfettiği değerlerin, hatıraların insanlığın gözünden düşürülme gayretini, ümmetinin içinde bulunduğu durumu ve gönül coğrafyamızın içimizi acıtan, yaramızı kanatan halini yine O’na (sav) arz ediyoruz.

Ya Rasulallah (sav);

Bir zamanlar İslâm fetihleriyle aydınlanan topraklar, yükü bilgelik ve erdem olan, vicdan ve merhamet taşıyan Tuna, Nil, Dicle, Fırat … artık ümmetin kanlarıyla kırmızı akıyor yıllardır. Coşkun akan nehirler. Senin(sav) ümmetin olmaktan başka suçu olmayan mü’minlerin yükünü taşıyamıyor, zalimlerin akıttıkları mazlum kanını temizleyemiyor. “Mazlum” denilince akla ilk Müslümanlar geliyor. Ensar’ın eli çok zayıfladı. Hicret edecek Habeş çölleri, Yesrib diyarı, sığınılacak Neçaşiler, Evs ve Hazreç yok artık. Cennetin ayakları altında olduğu anneler şimdi cahiliye zulmünden fazlasını yaşıyor. Hz. Sümeyye’nin “ehad”ları kulaklarımızda çınlıyor, her an yaşıyoruz, hatırası hep taze. Zira her gün yeni Sümeyyeler katılıyor şehitler kervanına. Aklımıza Taif dönüşü yaptığın duâ geliyor ve yalvarıyoruz senin niyazınla “…İlahi! Eğer bana karşı azaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmam. Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir. Sana sığınırım…” İslâm ümmeti, Muhammedî yetimliği Senin(sav) Refik-i Âlâ ya yolculuğunda bile bu kadar hissetmedi.

Ya Nebi(sav);

Cahiliye çağını aydınlatan güneş gibi doğmuştun ya karanlıktaki insanın üstüne. Yeniden karardı ufuklar; aydınlık geleceği, seni (sav) bekliyor. Cahiliye çağını zifiri karanlıklara gömdüğün asırlar uzaklarda kaldı. İbrahimî dinlerin sonuncusu ve tabii ki en yenisi olan İslâm ve senin (sav) insanlığı aydınlattığın nur, zalimlerin yangın yerine çevirdiği dünyada isin pusun gölgesinde kaldı, mübarek adın okunamaz oldu. Küfrün hileleri kamaştırdı gözümüzü. Yerle yeksan ettiğin cahiliye alışkanlıkları yeniden parlatılıyor dünyada. Sadece İslam’ın yaşanmadığı yerlerde değil, günde beş defa tekbirlerle, şehâdetlerle huzur bulan, tarihi İslâm kokan topraklarda da cahiliye alışkanlıkları baş tacı ediliyor. Risaletinle sönen Mecusî ateşi ümmetin yaşadığı her yerde yeniden yakılıyor. Bu seferki öyle büyük ki söndürdük sandığımızda içimizden biri, bize benzeyen biri yeniden alevlendiriyor ve bu ateş hep ümmetini yakıyor. Atan İbarhim’i yakmayan ateş ümmetinin her tarafını dağlıyor. İşledikleri cinayetler ümmetinin hanesine yazılıyor. Katleden onlar, katil damgası vurulan senin ümmetin.

Kisra’nın sarayları yeniden inşa edildi. Bir Hz. Ömer, bir Ebi Vakkas lazım yerle yeksan etmeye. Yemame bir Halit b. Velid; Endülüs bir Tarık b. Ziyad; Miraç durağı Kudüs bir Selahaddin-i Eyyübî; Kosova bir Sultan Murat bekliyor. Lâkin içimizdeki münafıkların tuzaklarından kurtulamıyoruz ki fethedebilelim. İbn Selül’ün yoldaşları her tarafta her kılıkta dolaşıyor Diyar-ı İslâm’ı ve Ebû Bekir Sıddıklar karşısında zaferler kazanıyor. Ebu Cehil’in mirasçıları en büyük paya sahip dünyada. Ebu Leheb’in eli kurumadı hâlâ. Dünyada yaktıkları fitne ateşine odun taşıyor.

Bedir’in intikamını almaya devam ediyorlar. Uhud şehidi Musab’ın yolundan giden alimler de şehadete eriyorlar. Şehitler Sultanı Hamza’ya atılan mızrak kalplerimize saplanmış duruyor, çıkaramadık. Vahşi’yi kiralayanlar gücüne güç katıyor. Selmân’ın adı kaldı, hendekler dolduruluyor, Amr’lar hendekleri atlıyor. Mute’de Bizans’a uzanan seyfullahlar artık parlamıyor, oklar menzile yetişmiyor. Hayber de Haydar-ı Kerrarın zülfikarı kırıldı. Yedi kale yetmiş oldu Hayberde, artık fethedemiyoruz.

Ey Nebi (sav);

Veda tepelerinden doğan güneş artık içimizi ısıtamıyor, yolumuzu aydınlatamıyor. Cemel’in, Sıffin’in, Kerbelâ’nın üzerinden asırlar geçti, ama Kerbelâlar, kerbîbelalar bitmedi Müslümanların coğrafyasında. Göz nurunu şehit edip bunu İslâm adına yaptığını söyleyenlerin sesi hâlâ karşılık buluyor. Bilmiyorlar ki onun boynuna inen kılıç müslümanları kaç parçaya ayırdı? Bedenine değen her ok milyonların kalbini deldi geçti. Gövdesinden koparılan başı bütün ümmeti başsız bıraktı. Mezhebi dinin önüne geçiren bir güruh Beytullahlarda ümmetini katlediyor. Sonra da Bedir kahramanı endamıyla “Allahu Ekber” diyor. Sanki İlahî Kelam ve Sen(sav) mü’minleri Yesrib’de kardeş ilan etmedin… Cahiliye çağının Hılfu’l Fudûlü’nü, haram aylarını mumla arar olduk. Hz. Musa’ya yol veren deryaların bir katresi ümmetini boğmaya yetiyor.

Ya Rasûl (sav);

Seninle (sav) ümmetinin arasına girdiler, duvarlar ördüler; senin adına lütuf ve ihsan dağıttıklarını söylüyorlar. Malikler, Müseylimeler, Secahlar, Tuleyhalar kol geziyor İslâm diyarında. Müslüman coğrafyada Ebû Zer Rebeze de hâlâ sürgün. Erkam’ın evinin adı kaldı. Ama Daru’n Nedve tam kapasite çalışıyor. Takva Mescidi yıkıldı. Müslümanların kurtuluşu(!) için zalimlerle birlikte kararları her gün yenilerini inşa ettikleri Mescid-i Dırarlarlar da alıyorlar. Her karar yeni bir ezaya, cefaya gebe. Artık filler yüryor, Ebrehe’nin tapınağı dolup taşıyor.

Seninle(sav) insanlık, ahde vefayı öğrenmişti. Hudeybiye’de Ebu Cendel’i gördüğünde yüreğin parçalanmıştı da müşriklere verdiğin sözden dönmemiştin. Liyakati öğretmiştin bize. Azatlı köle Bilâl, müezzinin; Âmâ Ümmi Mektum, vekilin; evlatlığın Üsame komutanındı. Onları görmüştük en önemli işlerin başında. Şimdilerde durum değişti. Hiçbir ezan Hz. Bilâl’in ezanı gibi çağırmıyor bizi kurtuluşa, kendi tutkularımızdan kurtulamıyoruz ki kurtuluşa erelim.

Senden(sav) öğrenmiştik ırka, kuvvete dayalı bir üstünlüğün olmadığını. Haklının her zaman güçlü olduğunu, helalleşmenin hesaplaşmaktan daha önemli olduğunu öğretmiştin bize. Bu sınavı da geçemedik Ya Muhammed (sav). Hani suç işleyen birinin soyu nedeniyle affını istemek için aracılık eden Üsame’ye kızmıştın da, “Kızım Fâtıma da hırsızlık yapsa onun da elini keserdim…” buyurarak cahiliye çağındaki adaletsizliği zemmetmiştin ya, şimdi cahiliye çağını yeniden yaşıyoruz. Güçlüler her zaman haklı, soylular(!) daima önde… Dünyanın adaleti örümcek ağı gibi, güçlüler delip geçiyor, zayıflar takılıp kalıyor. Takılanların çoğu senin yetim ümmetin.

Ya Nebi(sav);

İnsanlık can çekişiyor. Artık medenîlerin(!) mızrakları çuvala sığmıyor. Küfrün tek millet olduğunu ispat edercesine müttefikler İslâm’a karşı. Mü’minler bilmem kaç yetmişiki fırkaya ayrıldı. Hz. Cafer’in yetimleri Dünyanın her bir yanında milyonları aştı, bir avuç sadık mü’min başlarını okşamaya yetmiyor. Enesler seni bekliyor. Bırak kuşu ölen çocuğa baş sağlına gitmeyi, ümmetin yetimlerinin cenazelerine yetişemiyoruz. Doğduktan sonra toprağa gömülenlerin yanına, yakılanlar, zehirlenenler, organları için yedek parça niyetine parçalanan İslam’ın yetimleri de eklendi mazlumlar listesine. Yetime kol kanat geren Abdulmuttalipler, Ebu Talipler, yetimi doyuran Fatımalar yok artık.

Ey Rasûl (sav);

Hira bize “Yaradan Rabbinin adıyla oku” demiyor, taş kesiliyor adeta. Sevr saklamıyor bizi kötülüklerden. Örümcek yuvasına çekilmiş, güvercinler başka diyarlara uçmuş. Bedir sadece bir kuyu artık. Uhud sadece bir dağ; unuttu ümmetin Uhud’da verilen dersi; Ayneyn tepesi boşaldı. Düşman her taraftan saldırıyor. Ebu Dücaneler yok etrafında, Ebu Süfyan terketmedi savaş meydanını. Huzuruna vardığımızda gül kokan ravzanın kokusunu alacak temiz nefeslerimiz yok artık. Ravzan ile aramızda sadece demir parmaklıklar yok, buzdan kaleler var ki kalbimizde senin sevginin sıcaklığı eritmeye yetmiyor. Kâbe sanki yastan siyahlara bürünmüş. Hacer’in koştuğu Safa- Merve arasında ayaklarımıza taş batmıyor ancak Ebu Cehil’in yoluna döktüğü dikenler yüreğimizi kanatmaya devam ediyor. Haremeyn’in hatırası bilmem kaç yıldızlı görkemli dünyalıklarda kaldı. Arafat’ı yeni bir başlangıç yapamıyoruz, yeni ve temiz sayfalar açılmıyor, her çevirdiğimiz sayfaya siyah, üstüne kara kalemle yazıyoruz, yazdığımızı zannediyoruz.

İçinde bulunduğumuz Cahiliye çağından çek çıkar bizi Ya RASULALLAH (sav).

Ya Nebi(sav), sana Bayrak şairin davetini tekrarlıyoruz

Gel, Ey MUHAMMED, bahardır.

Dudaklar ardında saklı

Aminlerimiz vardır! ..

Hacdan döner gibi gel;

Miraç’dan iner gibi gel;

Bekliyoruz yıllardır!

Vural ÇAKIR [email protected]

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Vural Çakır - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Memur Postası Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Memur Postası hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Memur Postası editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Memur Postası değil haberi geçen ajanstır.

01

Muallâ Şepitçi - Vural Bey,

Çok zor imtihanlardan geçtiğimiz bü günlerdeki hislerimize tetcüman oldunuz. Yüreğinize, ellerinize sağlık; Allah, yâr ve yardımcımız olsun inşallah.

Selâm ve duayla.

Yanıtla . 0Beğen . 0Beğenme 21 Ekim 22:18