Yeni Bir Ramazan Olsun

Yine bir Ramazan mı, yeni bir Ramazan mı geldi? “Ramazan geldi hoş geldi” demek geleneğimizde var. Mahyalarda “Hoş geldin ya Şehr-i Ramazan” yazardı “şehr” kelimesinin “ay” anlamına geldiğini çoğunluk bil(e)mesede… Bu sene “Evde kal”, “Sorumlu ol, sağlıklı kal” gibi mahyalarda eklendi içinde yaşadığımız durumun gereği olarak. Dolayısıyla bir çok farklı nedenle bu sene yeni bir Ramazan geldidiyebiliriz.

Tarih boyunca İslâm coğrafyasının her tarafında en çok yerine getirilen farz ibadetin ifası, toplumsal kültürün de etkileriyle şekillenmekte, farklı ramazan algıları, kutlamaları görülebilmekteydi. Bazen Ramazan akşamları bir eğlenceye dönüştürülüpsazlı sözlü Ramazan kutlamaları ortaya çıkmakta, bazen de ironik bir şekilde sahura kadar kahvehanelerde Ramazan geleneği(!) olarak tombala çekilebilmekteydi.

Belli ki bu Ramazanın öncekiler gibi sosyal görünürlüğü fazla olmayacak, ibadetin huşusunu kaçıracak gürültü ortaya çıkarmayacak, sessiz ve derinden yaşanacak. Yine de Ramazan Müslümanların çoğunlukta yaşadığı bölgelerde bir farklılık , farkındalık oluşturabilecek inşallah.

Zorunlulukla ya da özel bir çabayla oruçlu olduğumuzu ima etmezsek, oruç sıfır riya ile ifa edilen tek ibadet. Helâl olanlardan bile yararlanmayarak söz dinleyen bir kul olmanın hazzının yaşandığı müstesna zaman dilimi.Oruç nedeniyle kendimize getirdiğimiz sınırlamalara,bu Ramazanda salgın nedeniyle yenileri eklendi.

Mesela sosyal hareketliliğin, akraba ziyaretlerinin, toplu iftarların yapılamadığı; bir Ramazan ayrıcalığı olan teravihlerin camilerde cemaatle, ya da hatimle kılınamadığı; toplu mukabele geleneğine ara verildiği;kalabalıklar içinde gerçekleştirilen ve ekranlara yansıtılan biraz da şova dönüşen iftar programların yapılamadığı; her ezan okunuşunda camiye gitmek için davranan ve sonra bir gariplik duygusuyla geri duran insanımızın mahsunluğu; teravih sonrası dostlarla içilen çayın verdiği keyfin ertelendiği farklı bir ramazan yaşıyoruz.

İnsanın,ayrı evlerde yaşadığı anne babasının elini öpmeye gidemediği; yakın çevredeki hastaları ziyaret edemediği; hayatın içine çeşni olan küçük kutlamaları yakın çevrenin katılımıyla yapamadığı; torunların, dedelerin-ninelerin kucaklarını süsleyemediği; yakınlarının cenazelerini bile alışılagelmiş bir şekilde defnedemediği… tarifsiz hüzünlü duygular, özlemler içindeyiz.

“Pide sırası bu akşam bende değil, banane” diyen çocukların, bir bahane olsa da dışarı çıkabilsem diye can attıkları;yaşlılarımızın bazen iyi geçinemediği komşularının dahi özlemini çektiği, biraz gururla karışmış cömertliğin bir ifadesi gibi “Bu Ramazanda neredeyse her akşam eşe dosta iftar verdik” dediğimiz günlerden; Fuzuli’nin: “Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge, Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı”beytindeki gibi kapımızı çalacak birilerini beklemek durumunda kaldığımız günleri yaşıyoruz.

Oruçlu günlerimizi şekillendiren bunca alışkanlıktan mahrum kalmamıza rağmen,riyasızlığa riayet eden insan, yine de oruç incinmesin diye kendisine, çevresine, bütün yaratılmışlara daha da dikkatli ve naif davranmalı, davranabilmeli. Diğer zamanlar taştan tespih yapan bir usta ise; oruçluyken, ifadelerine ve davranışlarına da oruç tutturup, elmas işleyen bir sarraf gibi hassas ve dikkatli olabilmeli ki, zamanı ve mekanı yaratanın işaret ettiği kıymetli vakitleri barındıran Ramazanı hoş tutabilsin.

Mesela teravihle süslesin yine akşamlarını; fazladan iki komşuya daha bu seferliğine uzaktan “Nasılsın?” desin.Zorunlu olarak herkesin evde olduğu bu günlerde hane halkı da unutamayacakları bir rahmet ayı yaşasın yapılacak ufak dokunuşlarla; hatırlarda iftar öncesi gerilen sinirler, asık suratlar değil, sabırlar, tebessüm eden çehreler kalsın. Hane halkı bu Ramazanı ölçü alıp, “yine mi geldi Ramazan” duygusuna kapılmasın. “İyi ki geldi Ramazan” desin.

Orucu bozan davranışlar hakkında oruçla ilgilenen herkesin aşağı yukarı bir fikri var. Bununla birlikte orucun ayarını düşüren, kalibresine zarar veren düşünce ve davranışlar hakkında daaynı duyarlılığı gözetilmeli. Oruç yeme içme ve benzeri bedensel ihtiyaçlara sınır getirmez sadece. Bahanesi oruç gösterilen sinire de sınır getirir, getirmeli. İftar yaklaştıkça evlerde “Aman babanıza bir şey demeyin, bugün sigara içemedi ya onun için çok asabi” denilen mü’minler bilmezler mi ki, Rasul (sav)in: “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki kârları sadece açlık ve susuzluk çekmektir” buyurduğunu.

Bir de yaptığımızda orucu bozmayan, hatta daha verimli geçmesine vesile olan unsurlar var. Mesela merhamet, paylaşmak, hal hatır sormak, aynı sofrada olmasa bile evde ağırlayamadığımız dostlarımıza yapacağımız ikramla birilerinin iftar etmesine vesile olmak; başkalarının sağlığına da kendi sağlığı kadar özen göstermek; tüketmekle öğünme yarışından, yetinme ile şükretme alışkanlığına terfi etmek; özellikle bu günlerde varlık içinde yokluğun ne anlama geldiğini hissetmek…

Yakın aile paylaşımları hoş görülebilse de, adeta iftar sofralarının besmelelerine ve dualarına eşlik eden öz çekimlerle, “bakın biz ne yemekler yedik, sizde ne var ne yok, hem de hep beraber oruçluyduk…” dercesine tanıdık-tanımadık, aç-tok, oruç tutanı-tut(a)mayan bir çok insanla sosyal medyada paylaşılıp, aldığı beğeni oranına göre kendisine ve iftarına değer biçen bir mü’minin durumu da riyasız bir ibadetin yerine getirilmesine uyğun düşmüyor. Günümüzün en yaygın bağımlılığı haline gelen sosyal medyada her şeyi paylaşma alışkanlığına da bir nebze çözün olmalı Ramazan. Yaşadığı her anı birilerine anlatayım derken kendisini unutmamalı insan.

İftar öncesi fırından sıcak pide alınca, kenarda gözlerinin içine bakan Ebu Hureyre’nin gözdesi kediler de görmezden gelinmemeli. Sadece onlar değil, Ebabil kuşlarını temsil eden bütün kuşları, yiyecek beklediği aşikar olan bütün yaratılmışları da unutmamalı, onlara verdiklerini de merhametin bir tecellisi görebilmeli insan.

Ve bayram… Bayramı hak edilebilmeli. Artık yaşamak bir ekip işi. Bayramda, bizim bayram etmemiz kadar, kaç kişiye daha bayram ettirebildiğimiz önemli. Ramazanın gelmesiyle kaç gün bayram tatili olduğuna odaklanmak bayramı hak etmek değil. Oruç ayı sonundaki bayramın şeker mi, ramazan mı olduğu doğrudan idrakimizle ilgili. Oruçtan aklımızda kalan yediğimiz içtiğimiz ise şeker bayramını; planladığımız gezileri yapmaksa tatil bayramını; gösterdiğimiz sabır, tevekkül, açlığın ve susuzluğun tadını çıkarmak, söz dinleyen bir kul olmanın hazzını yaşamak, başkalarının hayatına yaptığımız olumlu katkı ise Ramazan Bayramını idrak ediyoruz demektir.

Hak edilmiş bir bayram beklerken, Rabbimizden en büyük temennimiz Rahmet ayının, insanlığın salgınlardan, azgınlıklardan, belalardan kurtuluşuna vesile olmasıdır.

Hepimiz için hayırlara kapı açacak bir Ramazan, bayram tadında bir Kadir Gecesi, kandil bereketinde bir bayram dileklerimle…

Vural ÇAKIR

[email protected]

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Vural Çakır - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Memur Postası Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Memur Postası hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Memur Postası editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Memur Postası değil haberi geçen ajanstır.